15 Temmuz 2017 Cumartesi

simple is best

Bir defa daha New York’tan merhaba canım sangha. Dün sabah buraya gelmek üzere yine sabah üçte uyanmam icap ettiğinden yogasız günlerime bir tane daha eklemek zorunda kaldım.

Dün istirahate çekilme vakti geldiğinde iş arkadaşlarımdan biri, erken kalkacak olmanın gerginliği ile yatağa yattığı zamanlarda düşüncelerin taaruzundan uykuya geçmesinin imkansızlığından bahsediyordu. Bu hissi biliyorum; sanki kurduğun alarm uyanman gereken ve çok da uzak olmayan o saate geri sayıma başlar başlamaz bir süredir hayatında çıkmazda olan, düşünüp de çözemediğin, anlam vermediğin ne varsa başına üşüşür.  Adeta alarm çalmadan hepsini yetiştirmek zorunda olduğun ödevler yığılmış. Kafanda olayları, yatakta bedenini evirip çevirip durursun; bir rahat bakış ve yatış açısına erişesin diye.

Bu hissi biliyorum evet,  şükür ki uzun, oldukça uzun bir zamandır zihnim beni uykudan alıkoyacak denli huzursuz değil. Dertler eksik mi hayatımdan? Değiller elbette ama ben o eski ben değilim.  Yaş aldıkça bir sürü sıkıntıyı arkamda bırakabildim. Yaşlandıkça sırtımdaki yük artmış olsa da hisedilen ağırlık azaldı sanki. O arkadaşıma da dedim ki: Gençken insan daha çok şeyi dert ediyor. Yaşlandıkça başına üşüşen düşünceler çok seyrekleşecekler. Dert etme! Şu ünlü videoda olduğu gibi; değiştirebiyor musun? İyi o zaman dert etme! Değiştiremiyor musun? E madem öyle, dert edecek bir şey yok!

Şimdilerde uykuya dalmak meditasyona benzemeye başladı. Baktım dert ettiğim bir şey geliyor aklıma şöyle uzaktan süzüyorum kendisini bir. Sonra bırakıyorum. İpini salıverdiğim bir uçan balon gibi bırakıyorum ve benden uzaklaşmasını izliyorum. Hala zihnimin gökyüzünde ama an be an daha uzak ve silik. O düşünceyi ve bir sonrakini ve bir sonrakini salıverdikçe; böyle böyle hem hafifler gibi, hem de sanki kendimden çok daha hafif,  bir başka boyuta doğru ağırlaşır, derinleşir gibi uyuyakalıyorum.

Dün öğleden sonra şöyle bir uzanayım diye yatıp gece onda gözlerimi açtım. Dışarısı Broadway’in ışıklarından sebep öyle tuhaf bir aydınlıktı ki anlayamadım önce; Neredeyim?  Saat kaç? Perdeyi kapattım ve devam ettim uykuya. Bu sabah dörtte kalktım. Küçücük ve havasız odada yogaya başlamak zor da gelse bu gün yogasız olmayacak. Yere çarşafı serdim mi otel halısından iğrenmemi bastırıyorum bir nebze.  Yine Balakrama.

Sonra sokaklar sanghamu. Hava sıcak ve nemli. Sabahtan sis vardı şimdi güneş parlıyor. O küçük ve havasız odamı değiştirdim. Kocaman iki pencereli bir oda verdiler bana. Keyfime diyecek yok. Şimdiden yere çarşafımı serdim; sabah yogasına hazırlık. Bir de günlük şehir bisikleti kiraladım. Gezip tozuyorum. Bir kısa merhaba demiş olayım böylece bu gün. Yarına da mazeret izni talep ediyorum; eve dönüş günü yarın, yazacak vakit olmaz gibime geliyor. Biraz hafif hissediyorum kendimi; basit hissediyorum. Önce bu his çok güzel geliyor; aydınlık… Bir cebir probleminden ziyade bir aritmatik sorusuymuşum gibi bir basitlik bahsettiğim. Komplikenin zıttı olan basitlik. Sonra hemen kötü başka bir hissi eşeliyorum; sanki zor olmam gerekirmiş, ağır ve karışık ve karanlık olmam gerekirmiş gibi. Yaklaşan regl götürüyor belki beni bu yola; bu hisler çok tanıdık hisler. Sonra ay diyorum yahu: SİMPLE İS BEST.  Boşver!  Ne diyordu guru? Why worry?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder