29 Eylül 2011 Perşembe

ilk



çarşamba sabahı  kısa süren uzağa gidişlerin birinden eve dönerken havayı böyle serin bulmayı beklemiyordum. sabah havaştan inip yolcu kapma yarışına otobüsün kapısından başlayan şöförlere inat yoldan geçen bir taksiyi durdurup biniyorum. eskiden  olsa herkese olduğu gibi onlara da açıklama borçlu olduğumu düşünürdüm. yakında oturuyorum da, ondan yoldan gecen taksiye binmeyi tercih  ediyorum da.....da da daaaaa...artık eskisi kadar çok açıklama yapmıyorum sanırım. en azından herkese değil. belki birgün de artık' eskisi kadar hislenmiyorum' diye  yazacağım   'eskiden olsa taksi  şöförleriyle bile inatlaşırdım ...' 
 eve varınca yokluğumda gelip yerleşmiş bir misafir gibi sonbahar ışığını buluyorum evde.  yaza kıyasla daha soğuk, daha beyaz, daha aydınlık, daha oyuncu. bambaşka gözüküyor renkler ve boyutlar gözüme bir an.  mutlu oluyorum. bir evimin oluşuna, ona döndüğüme, ışığın değişmesine... her ne kadar  dünyanın bambaşka şehirlerinde kendimi 'home is where the heart is' diye teselli ediyor da olsam biliyorum ki  o en derinindeki evi bulmak öyle kolay değil ve insanın kokusuna, hissine, ışığına alıştığı; küçücük de sıkışık da dağınık da olsa sırf bu alışkanlık hissinde huzur bulduğu yer gibisi yok. bir gün bir ormanda ya da denizin metrelerce altında bir an için  kendini dünyada evde ve  evrenle bir hissetmek de mümkün  ya da  kendi bedeninde, kalbinde çook içeriden ve derinden bir kaynağa bağlanmak da...  bu hissi bazen bir an bir insanda yakalamak da mümkün ya da  belki bunu hiç hissetmeden göçüp gitmek de... çoğu zaman saat farkından, uykusuzluk ve çalışmaktan bitap eve döndüğümde beni heyecan ve mutluluktan uyanık tutan,  bana tez elden bavulları boşaltıp çamaşırları yıkayıp  dağınıksa, pisse şöyle hızlıca etrafı toparlayacak enerjiyi veren şey  yogaya her gidişimde yoluna koyulduğum şey ile aynı ... eve dönmek...