çarşamba sabahı kısa süren uzağa gidişlerin birinden eve dönerken havayı böyle serin bulmayı beklemiyordum. sabah havaştan inip yolcu kapma yarışına otobüsün kapısından başlayan şöförlere inat yoldan geçen bir taksiyi durdurup biniyorum. eskiden olsa herkese olduğu gibi onlara da açıklama borçlu olduğumu düşünürdüm. yakında oturuyorum da, ondan yoldan gecen taksiye binmeyi tercih ediyorum da.....da da daaaaa...artık eskisi kadar çok açıklama yapmıyorum sanırım. en azından herkese değil. belki birgün de artık' eskisi kadar hislenmiyorum' diye yazacağım 'eskiden olsa taksi şöförleriyle bile inatlaşırdım ...'
eve varınca yokluğumda gelip yerleşmiş bir misafir gibi sonbahar ışığını buluyorum evde. yaza kıyasla daha soğuk, daha beyaz, daha aydınlık, daha oyuncu. bambaşka gözüküyor renkler ve boyutlar gözüme bir an. mutlu oluyorum. bir evimin oluşuna, ona döndüğüme, ışığın değişmesine... her ne kadar dünyanın bambaşka şehirlerinde kendimi 'home is where the heart is' diye teselli ediyor da olsam biliyorum ki o en derinindeki evi bulmak öyle kolay değil ve insanın kokusuna, hissine, ışığına alıştığı; küçücük de sıkışık da dağınık da olsa sırf bu alışkanlık hissinde huzur bulduğu yer gibisi yok. bir gün bir ormanda ya da denizin metrelerce altında bir an için kendini dünyada evde ve evrenle bir hissetmek de mümkün ya da kendi bedeninde, kalbinde çook içeriden ve derinden bir kaynağa bağlanmak da... bu hissi bazen bir an bir insanda yakalamak da mümkün ya da belki bunu hiç hissetmeden göçüp gitmek de... çoğu zaman saat farkından, uykusuzluk ve çalışmaktan bitap eve döndüğümde beni heyecan ve mutluluktan uyanık tutan, bana tez elden bavulları boşaltıp çamaşırları yıkayıp dağınıksa, pisse şöyle hızlıca etrafı toparlayacak enerjiyi veren şey yogaya her gidişimde yoluna koyulduğum şey ile aynı ... eve dönmek...