27 Kasım 2011 Pazar

kedori is always happy in bangkok



ilk bir kaç gün çok güzeldi. mesela iyengar studio'ya gidişim. bir omzumda nedense içi kitaplarla dolu kocaman çantam, diğer omzumda bu yolculuğun ardından kesinlikle daha hafifiyle değiştirmeye karar verdiğim yoga matım... otelde 20 dakika taksi bekledikten sonra  derse yetişebilmek için son şans olarak bindiğim motorsiklet-takside  sürücü ile minimum kontağı sağlamaya ve dengede kalmaya çalışmak.... bangkokun korkunç trafiğinde bir motorun üzerinde olmak...kasksız, rüzgarda saçlarım uçuşarak dilini bilmediğim ve ortak bir dilde de anlaşamadığım sürücüyle ikimize de yabancı adresi sonuda bulmak... ilk defa bir iyengar yoga dersine girmek.  kullanılan proplara şaşıp kalmak....bambaşka bir ülkede bambaşka insanlarla yoga... benim için yoga hep cihangir yoga....daha evvel  yalnızca bir defa tokyoda kaldığım otelde yoga dersine girmişliğim var. onda da otelde yoga dersi olduğunu öğrenip heyecanla spor salonuna inmiş, etraftaki aletlerde bisiklete binen, koşan  ve her türlü kas çalıştırma makinasıyla çalışan amerikalıların arasında benle birlikte  biri erkek biri dişi iki orta yaşlı japon,  balili bir hocanın eşliğinde bir tür hatha yoga yapmıştık. vinayasaya alışkın olan  bana nasıl da farklı gelmişti. asanalarda yinden alışık olduğum denli uzun ama yinden farklı olarak aktif kaldığımızı, hocanın yönlendiren,  derinleştiren temaslarını ve hiç beklemediğim yerde karşıma  çıkan yoga hediyesinine duyduğum minneti hatırlıyorum.

buraya kadarı dünden kalma.  daha yazmaya devam edesim vardı ya nasıl bağlayacağımı bilemeyince bıraktım ben de.... aklımda sabah 9 daki iyengar dersine gidebilme ihtimali,  bir film izleyerek uyuyakaldım. sabah 08:25te odamı yanlışlıkla arayıp ''sorry madam'' diye kapatan resepsiyon görevlisine  içimden teşekkür ederek gözlerimi açtım bugüne. uyumaya devam etmekle uyanıp derse yetişmek arasındaki kısacık bocalamanın ardından yoga kıyafetlerim üzerimde,  çantama bir elbise, su ve yoga günlüğümü, ağzıma da bir dilim ekmek atıp taksiye koştum.

ilkine göre daha başlangıç seviyesine hitap eden, daha çok çevrilmelere odaklı bir dersin ardından stüdyodan çıkıp yakındaki starbucksa yürüdüm. kahvaltı ederken yoga günlüğüme dersten bende kalan ne varsa kaydettim. yakındaki marketten akşamüstü yemek üzere birşeyler alıp otele döndüm. şimdi odamda bunları yazarken bir yandan da zihnimde iki dersi, derse gittiğim iki günü birbiriyle karşılaştırıyorum. birşeyi ilk defa yapıyor olmanın heyecanına karşı tanıdık olanın konforu.... birini diğerine tercih etmeden,  her ikisine de aynı mesafeyle durup izlemek. izleyecek birşey farkedince bunun davranış paternlerindeki izini sürmek ne güzel.  geçmişle ilgili değiştirebilcek bişey yok. gelecekle ilgili endişelenecek birşey yok.  yogayla başlayan her gün ne güzel...

akşama eve dönmek üzere yola çıkıyorum. bitmez sandığım 8 gün geçti gitti bile. ay halim yüzünden pratiğimi aksatmış olsam aklım hep orada; yogada. dünyada alışveriş yapmayı en sevdiğim, en beğendiğim kıyafetleri hem de sudan ucuza bulduğum bu şehirden bu sefer sadece çantamda  2 yoga kitabı (iyengar ve kaminoff ),  uzuuun zamandır beklediğim murakami'nin 1Q84'ü,  ''nipponisgood'' kontenjanınından banana yoshimoto'nun asleep'i ve elimdekileri okuyasıya başka kitap almamaya verdiğim (ve muhtemelen tutmamaktan büyük zevk alacağım) söz ile geliyorum istanbula. her seferinde bana bir dost gibi sarılıveren sevgili bangkoka yakında tekrar gelecek olmanın umuduyla, şükranla...






23 Kasım 2011 Çarşamba

çokşeylerhaftası ve kedori goes to bangkok

vinayasa hocalık eğitiminin ilk haftasonunun ardından karmakarışık hislerle bangkoka geldim dün. öyle zor bir yerden geldim ki bu sefer buraya....eğitimin tadı damağımda, aklımın bir tarafı giremeyeceğim derslerde bir tarafıysa kavuşamadığım sevdicekte kalmış bir hal içinde.....
eve dönüş yolculuğu başlıyor diye heyecanlanırken yolların pek de güllük gülistanlık olmayacağını biliyordum da bu kadar uzaklaşmış olduğumun farkında değildim belki de... o iki günün ardından buraya gelmeseydim kendi girdaplarıma dala çıka daha çook oyalanır dururdum biliyorum... bazen fiziksel olarak evden uzaklaşmak öyle iyi geliyor ki. omuzlarımdan istanbul'da kendim için kurmuş olduğum hayatın yükü kalkıyor bir süreliğine de olsa. her ne kadar hafif, temiz tutmaya çalışsam da, kimlik diye giyindiğim şeyin ağırlığı olmaksızın, farklı bir özgürlüğü deneyimleyerek geçen günlerin ardından istanbula hep birşeylerin niyetiyle dönüyorum. belki o kimlik geri çekilmişken  hepimizin 
içinde olan öz daha bir hissedilir oluyor. bu sefer eve dönünce mutlaka diye başlayıp ardarda sıralaladığım dilekler, niyetler, yapılacaklar listesi duyup da tekrarladığım o özden belki de... kimbilir....


19 Kasım 2011 Cumartesi

şimdi bir şey başlıyor

yarın  şimdi bir şey başlıyor. hep içimde olan ama nihayet cesaret edebildiğim, hazır olduğumu hissettiğim bir şey. içimde yer açtığım, içine girmeye heveslendiğim bir şey. bugün ilk ders mey ile. şu sıralar tepetaklak olan hayatıma bakıp da kendi kendime  tekrarladığım, ayakta kalmak için adeta yaslandığım bir cümle var meyin geçen sabahların birinde derste söylediği: ''yoga belki de olanla kalabilme ihtimali...'' olup biten bazen ne kadar acı gelse de ana güvenerek, daha fazla duygu/düşünce üretmeden sadece izleyici olarak kalabilmek....kaçmadan, kabul ederek.... bir süredir evde yokum. sabah bir bahaneyle çıkıp mümkünse akşam ancak uyumak için dönüyorum.  bugün ise  artık kaçınılmaz olan eve dönüş yolculuğu başlıyor gibi hislerim. hiç tanımadığım 9 kadının şahitliğinde bambaşka yollardan yürüyerek en tanıdık yere ulaşmayı umduğum  bir yolculuk başlıyor. heyecanlıyım.