22 Aralık 2016 Perşembe

sosyal medyalar, hayali tuşlar ve enerjiler...

benim sosyal medyada gayet asosyal bir mevcudiyetim var.  yani aslında oradayım, ne yaptığınıza ettiğinize bakıyorum ama pek ses etmiyorum. sinsice izliyorum sizi. arada bir kaç şeyi 'like' ediyorum ama  facebookta asıl en sık kullandığım tuşlar iki tane ve bilgisayarın ya da telefonun ekranında değil benim içimde bulunuyorlar.  birincisi kocaman bir unlike tuşu. zuckerberg like'ın yanında bir tane dislike koymaya cesaret edemeyebilir ama ben çoktan kocaman bir tanesini içimde kullanmaya başladım. üstelik sadece başparmağı yere dönük bir beğenmedim işareti çakmıyor bir de sesi var. hani yarışma programlarında yarışmacı yanlış cevap verdiğinde ya da süreyi aştığında duymaya alışık olduğumuz bir ses vardır ya; işte ondan. yanlış anlaşılmasın; çoğu zaman dislike ettiğim siz değilsiniz. bilakis, yaptığınız bazı şeyleri öyle çok beğeniyorum  ki kendime onları yapamadığım için kocaman bir dislike!!!  sık kullandığım diğer tuş ise de sessiz (mute) tuşum. adından da belli olan işlevi sesimi kesmek. kendisini bir nevi sansür mekanizması olarak  düşününüz. içimden yazmak geliyor mesela ama ''aman ne düşünürler'' diyorum ve hemen mute'a basıyorum. bir şeyi like edeceğim tutuyor aman şirketten biri görür deyip vazgeçiyorum. bazen içimdeki bu mute tuşunu basılı unutuyorum da günler hatta haftalarca sesim soluğum çıkmıyor. ama biliniz ki oradayım, sizi izliyorum. bana küçük kız kardeş diyebilirsiniz.

bu yaz başımıza gelenlerden (mute on) sonra bu tuşu kullanmakla yetinmedim facebook hesabımı bir süre dondurdum da. işyerimde sosyal medya hesaplarından adam asmaca oynanmaya başlanmıştı.  bir iki ay boyunca neredeyse sadece elimi uzatıp dokunabileceğim arkadaşlarımla idare etmek zorunda kaldım. kısıtlı kaynaklarla hayat çok kolay değildi ama zaten galiba hepimiz için zor bir yazdı. sonra facebooka geri dönmek istedim çünkü şu hayatta bağlantı içinde olmak, yaptıklarından haberdar olmak istediğim kişilerin çoğuyla ortak alanımız orası olmuştu. facebook'ta ne ara edindiğimi bilmediğim 900 küsür arkadaşımdan uzak geçirdiğim iki ayın sonunda hesabımı açarken önce büyük bir sonbahar temizliği yaptım. mesela iş yerinden neredeyse bütün arkadaşlarımı, eski sevgililerinden kalma çevrelerin kişisel bir ilişkiyi devam ettirmediğim kısmını ve bazı diğer kişileri arkadaşlıktan sildim. evet, sildim ama öyle bir kalemde falan değil çünkü bayağı bir zaman ve mesai aldı. tara, seç, sil, tekrar tara,  gözden kaçanları tespit et ve baştan....  böylelikle sen ben bizim oğlan kaldık facebook'ta; dört yüz küsür kişiyiz. yani hala pek yalnız sayılmayız. bu eleme işini yaptıktan sonra baktım mute tuşunu daha az kullanır olmuşum.

her yaptığım şeyden son derece memnun olduğumdan (sadece memnun olduğun şeyleri yaparak yaşanan bir hayat mümkün müdür? mümkünse nasıl olur bu? alışkanlıkları değiştirerek mi? ) değil ama kendimi başkalarıyla kıyaslayarak değerlendirme tuzağına düşmeye olan meylimi arttırdığından dislike tuşunu kullanma iznimi iptal ettim.

geçenlerde sinem okuduğunuz kitabın altmışıncı sayfasının bilmem kaçıncı cumlesini paylaşın gibi bir oyun yapmıştı facebook'ta. kendi paylaştığı cümle ''enerji yalan söylemez, söyleyemez.'' idi. sinem (er) bana çok ilham veren biri. daha önce ondan duyup da okuduğum bir kaç kitabı öyle sevmiştim ki bu alıntı nereden diye sorasım geldi ona. ama mute'a bastım. bu mute'a basış tam olarak sansürden sayılmasın olur mu? çünkü dediğim gibi hem evde okuyacak çok şey vardı hem de enerji yalan söylemiyorsa, o kitaptan öğrenmem gereken bir şey var ise onu zaten bulacaktım.

öyle de oldu. işte o rafta duran kitaplardan birine, alıp da kapağını bile açmadığım caroline myss kitabı; ruhun anatomisi'ne başladım durup duruken. ve tabi 60. sayfaya gelip de o cümleyi okuyunca gülümsedim. hayat da bana göz kırpıyormuş gibi geldi.

hayat enerjisi, prana, chi...onunla bağ kurmanın ve korumanın önemini şimdiye kadar bir sürü kitapta okudum. bunca yıldır yaptığım yoga ve reiki başka bir amaç için değil. biliyorum. bir sürü hocam (özellikle de defne hocam) sürekli söylüyor elbette ama enerjiyi korumanın gerekliliğini daha derinden anlamam gerekiyormuş. karakaterim çok dışa dönük ve çok verici ve aslında bu hiç sağlıklı bir şey değil. çoğu zaman almak için veriyorum ve almayı istediğim şey de kendimden esirgediğim onaylama ve sevgi. belki bunu bir kez daha ve daha derinden anlama vaktim ile bu kitabı okuyuşum aynı zamana denk geldi ve yaşam enerjimi nasıl da bile isteye har vurup harman savurduğumu daha açıkça görmeye başladım. bu sadece maddi ya da manevi olarak birilerine destek oluşumdan kaynaklanmıyor. sosyal medyadaki o dikizci varoluşum bile nasıl da boşaltıyor içimi. kararsızlığım, endişelerim, kendimle ilgili kararları başkalarına danışmam, boşlukları doldurma ihtiyacım ve bu ihtiyaçtan boş boş konuşmalarım, onları takip eden kendime kızışlar, manasızlıklar ve alışkanlık haline getirdiğim bir sürü başka davranış... boşa akıp giden prana...

kendime bir haftalığına öğlene kadar internet yasağı koydum. öğleden sonra da facebook'ta ya da instagram'da gezinme süremi bir saat ile kısıtladım. sabah kalkıp sosyal medyaya ya da haberlere bulanmamış kafayla yaptım yogamı. kahveye ara verdim. bir ayurveda kitabında vücüdun enerjisini soyduğundan bahsediliyordu. bir bitki çayı yaptım, koltuğa yerleştim ve okudum. günlüğümü daha sık yazdım. bu arada bir karaciğer ve safra kesesi temizliği yaptım (liver flush diye ararsanız bulursunuz ya da bana sorun anlatayım. bu üçüncü yapışım ve bana iyi geliyor). böyle geçen bir haftanın sonunda evimin üzerinde bulunduğu merdivenleri (galiba on beş yıldır ilk kez) ikişer ikişer çıktıktan sonra ''vay canına'' dedim;  ''acaba bu canlılığın sebebi şu son bir haftadır enerjimi sakınma çabam mıdır?''

ama işte bilmek, bulmak değil önemli olan. hepimiz bilmiyor muyuz bize neyin iyi neyin kötü geldiğini? biliyoruz elbet. asıl mesele bu bilgiye inanmak. güvenmek ve yoldan sapmamak.

bu yazıyı korkunç bir boyun ağrısı ve son derece yorgun bir bedenle yazıyorum. evet bu sabah da hatta dün sabah da uyanınca internete baktım yogadan evvel. aslında bu sabah öyle yorgun uyandım ki yoga falan da yapmadım. bu sefer de yolda kalamadım. alışkanlıklarıma teslim olunca gerisin geri bu yere dönmüş oldum işte.

yarın yeni sabah. bu yazıyı yayınlayacağım ve öğlen 12 ye kadar sosyal medyaya bakmayacağım. yazmaya devam edeceğim.  enerjimi çoğaltmaya ve korumaya çalışıyorum. bu arada büyük harf kullanmadığım ve like, dislike gibi kelimelerin türkçelerini tercih etmediğim için enerjisini tükettiğim birileri olduysa özür dilerim :)