19 Aralık 2011 Pazartesi

NYasana




eskiden, new york'a  gidince manhattan'da kaldığımız zamanlarda,  üstüme gelirdi new york. fazla gelirdi. hem maddi hem manevi anlamda alabileceğimden,  yetişebileceğimden çook  çook fazla. istanbul'dan gelmiş biri olarak şehrin uyumamasına, büyüklüğüne, keşmekeşine falan şaşıracak değildim elbet. üstüne üstlük bir de istanbul baştan çıkarmayı becerdiğim sevgilimdi. o herkes gibi beni de kendine  aşık etmişti etmesine de ben de onun kalbini çalmayı becermiştim bir şekilde. böylelikle o bana yavaş yavaş kendini açmiş ben onun içinde kendi yollarımı bulmuş bir halde sürdürmekteydik ilişkimizi. ama new york, ahh new york....bir yandan karşı koyamayıp öte  yandan asla kendimi tam olarak ona bırakamayıp...tekrar aşık olmak gibiydi new yorkta olmak....heyecanlı, huzursuz... şehirde geçireceğim 48 saatin yetmeyeceği bilgisiyle daha da çabuk geçerdi zaman...tadını aldıkça açlığım artardı sanki. yorgunluktan bitap düşsem de uykuya huzurla bırakamazdım kendimi bir türlü. her ayrılışımda birdahaki ay yine NY'a gelebilmeyi, hatta bir gün burada yaşayabilmeyi dileyerek elveda derdim ona ve bütün bunlar yoga yapmaya başlamamdan çok önceydi.

sonra artık manhattan'da kalmamaya başladık. upper east side da sadece gossip girlde görüp iç geçirdiğim bir semte dönüştü benim için. yeni istirahatgahımıza ilk birkaç gidişimde burun kıvırdım tabi, ''bu ne yahu? sanatoryum mu burası?'' deyip sabahın körü treniyle manhattana ve akşam ellerim kollarım dolu yorgunluktan bitap geri long islanda yolculuklarla geçti zaman. derken seferlerden bir sefer,baharlardan bir ilkbahar, öyle güzel karşıladı ki beni long island. sokakların, ağaçların, çiçeklerin ve evlerin güzelliğine bıraktım kendimi. o 48 saati bisiklete binip izleyerek geçirdim. bakarak, hayran olarak... ve çok geçmeden ''yahu belki de burada kalmaya başladığımız iyi oldu'' der buldum kendimi ''hem daha huzurluyum, uyku uyuyabiliyorum, kendime dinlenme izni veriyorum. birşeyleri kaçırıyormuşum hissiyle ama amaçsız ve avare manhattan'da dolanıp durduğum günler geride kaldı şükürler olsun''.
ve bütün bunlar yoga yapmaya başladıktan sonraydı.

Geçen hafta üç dört aylık ayrılığın ardından yine ny daydım. bir süredir artık amaçsız değilim: bir şehre gittiğimde ilk hedefim gönlüme göre bir yoga stüdyosu bulmak ve hem yoga pratiğimden uzak kalmamak hem de dünyanın başka yerlerinden birşeyler öğrenip getirip belki kendi yogama katabilmek. bu niyetle yola çıktım sabah yine. koca manhattanda aynı sokaklardan geçe geçe karşı karşıya iki yoga okuluna evsahipliğini yapmasıyla benim için bir nevi kabe statüsünde olan union square ulaştım. Geçen gelişimde yerlerini tespit etmiş, siparişler yüzünden jivamuktiye bir girip çıkmış ve bu kadar yakınına gelmişken görmemiş olmayayım diyerek om yogaya da gitmiş ve resepsiyondaki kızlardan izin alıp stüdyoları dolanmıştım. Bu sefer dersime çalıştım hangi stüdyoda kaçta ne dersi var biliyorum, matım yanımda, giysilerim yanımda. plan yaptım. bir ders om yogada bir ders jivamuktide iki derse katılacağım mutlaka. o an öyle sanıyorum işte ama arkadaşlarımın siparişleriyle dolan çantamdan mı yoksa jetlagden  mi bilemeden anlıyorum ki yok, ben iki dersi çıkartacak halde değilim. om yogada girmek istediğim derse daha 3 saat var ama gene yok,  o kadar da bekleyecek, dolanacak, oyalanacak halim de yok. benim çok acil kendimi  zorlamadan kendimle buluşabileceğim bir derse ihtiyacım var. böyle diyerek om yogada az sonra başlayacak (tıpkı cihangirde olduğu gibi) yeni mezun hocalardan birinin verdiği cOMmunity dersine atıyorum kendimi.  8 kişilik sınıfta hem yeni başlayanlar hem de hareket etmeye başladıkça tecrübeli olduklarını anladığım öğrenciler var. Hoca geliyor ve ders başlıyor. sevgili mey sayesinde om yoganın stili bana öyle tanıdık ki, yavaş yavaş buluşuyorum nefesimle, zihnim bir an belki susuyor, hayat bana akarken ben de akıyorum nefesle pozlarla yogamın içine. en derin shavasanalarımdan biri oluyor dersin sonu. stüdyodan çıkmadan hoca diyor ki ''bu arada bu benim verdiğim ilk dersti, umarım iyi geçti sizin için'' gülümseyerek benim de om yogada girdiğim ilk ders olduğunu söylüyorum ve düşünüyorum acaba ben ilk dersimi nerede ne zaman vereceğim....

jivamuktiden aldığım ücretsiz ders kuponlarını bir dahaki sefere bırakıp biraz daha dolanıyorum civarda. köşedeki bean cafeden leziz bir dirtychai alıyorum; harika bir soyalı cahai tea lattenin içine bir shot esspresso... whole foods'da hem siparişlerin geri kalanını buluyor hem de karnımı doyuruyorum.

trende otele dönerken aklım hala giremediğim derste.

şimdi bi kapanış paragrafı yazmalı.. aslında niyetim başlıktaki filden girip asandan çıkmak ve bir nyasana espirisi yapmaktı ya... olmuyor bu sefer. peki, olduğu kadar öyleyse, belki kısmet başka bir new york'a...









27 Kasım 2011 Pazar

kedori is always happy in bangkok



ilk bir kaç gün çok güzeldi. mesela iyengar studio'ya gidişim. bir omzumda nedense içi kitaplarla dolu kocaman çantam, diğer omzumda bu yolculuğun ardından kesinlikle daha hafifiyle değiştirmeye karar verdiğim yoga matım... otelde 20 dakika taksi bekledikten sonra  derse yetişebilmek için son şans olarak bindiğim motorsiklet-takside  sürücü ile minimum kontağı sağlamaya ve dengede kalmaya çalışmak.... bangkokun korkunç trafiğinde bir motorun üzerinde olmak...kasksız, rüzgarda saçlarım uçuşarak dilini bilmediğim ve ortak bir dilde de anlaşamadığım sürücüyle ikimize de yabancı adresi sonuda bulmak... ilk defa bir iyengar yoga dersine girmek.  kullanılan proplara şaşıp kalmak....bambaşka bir ülkede bambaşka insanlarla yoga... benim için yoga hep cihangir yoga....daha evvel  yalnızca bir defa tokyoda kaldığım otelde yoga dersine girmişliğim var. onda da otelde yoga dersi olduğunu öğrenip heyecanla spor salonuna inmiş, etraftaki aletlerde bisiklete binen, koşan  ve her türlü kas çalıştırma makinasıyla çalışan amerikalıların arasında benle birlikte  biri erkek biri dişi iki orta yaşlı japon,  balili bir hocanın eşliğinde bir tür hatha yoga yapmıştık. vinayasaya alışkın olan  bana nasıl da farklı gelmişti. asanalarda yinden alışık olduğum denli uzun ama yinden farklı olarak aktif kaldığımızı, hocanın yönlendiren,  derinleştiren temaslarını ve hiç beklemediğim yerde karşıma  çıkan yoga hediyesinine duyduğum minneti hatırlıyorum.

buraya kadarı dünden kalma.  daha yazmaya devam edesim vardı ya nasıl bağlayacağımı bilemeyince bıraktım ben de.... aklımda sabah 9 daki iyengar dersine gidebilme ihtimali,  bir film izleyerek uyuyakaldım. sabah 08:25te odamı yanlışlıkla arayıp ''sorry madam'' diye kapatan resepsiyon görevlisine  içimden teşekkür ederek gözlerimi açtım bugüne. uyumaya devam etmekle uyanıp derse yetişmek arasındaki kısacık bocalamanın ardından yoga kıyafetlerim üzerimde,  çantama bir elbise, su ve yoga günlüğümü, ağzıma da bir dilim ekmek atıp taksiye koştum.

ilkine göre daha başlangıç seviyesine hitap eden, daha çok çevrilmelere odaklı bir dersin ardından stüdyodan çıkıp yakındaki starbucksa yürüdüm. kahvaltı ederken yoga günlüğüme dersten bende kalan ne varsa kaydettim. yakındaki marketten akşamüstü yemek üzere birşeyler alıp otele döndüm. şimdi odamda bunları yazarken bir yandan da zihnimde iki dersi, derse gittiğim iki günü birbiriyle karşılaştırıyorum. birşeyi ilk defa yapıyor olmanın heyecanına karşı tanıdık olanın konforu.... birini diğerine tercih etmeden,  her ikisine de aynı mesafeyle durup izlemek. izleyecek birşey farkedince bunun davranış paternlerindeki izini sürmek ne güzel.  geçmişle ilgili değiştirebilcek bişey yok. gelecekle ilgili endişelenecek birşey yok.  yogayla başlayan her gün ne güzel...

akşama eve dönmek üzere yola çıkıyorum. bitmez sandığım 8 gün geçti gitti bile. ay halim yüzünden pratiğimi aksatmış olsam aklım hep orada; yogada. dünyada alışveriş yapmayı en sevdiğim, en beğendiğim kıyafetleri hem de sudan ucuza bulduğum bu şehirden bu sefer sadece çantamda  2 yoga kitabı (iyengar ve kaminoff ),  uzuuun zamandır beklediğim murakami'nin 1Q84'ü,  ''nipponisgood'' kontenjanınından banana yoshimoto'nun asleep'i ve elimdekileri okuyasıya başka kitap almamaya verdiğim (ve muhtemelen tutmamaktan büyük zevk alacağım) söz ile geliyorum istanbula. her seferinde bana bir dost gibi sarılıveren sevgili bangkoka yakında tekrar gelecek olmanın umuduyla, şükranla...






23 Kasım 2011 Çarşamba

çokşeylerhaftası ve kedori goes to bangkok

vinayasa hocalık eğitiminin ilk haftasonunun ardından karmakarışık hislerle bangkoka geldim dün. öyle zor bir yerden geldim ki bu sefer buraya....eğitimin tadı damağımda, aklımın bir tarafı giremeyeceğim derslerde bir tarafıysa kavuşamadığım sevdicekte kalmış bir hal içinde.....
eve dönüş yolculuğu başlıyor diye heyecanlanırken yolların pek de güllük gülistanlık olmayacağını biliyordum da bu kadar uzaklaşmış olduğumun farkında değildim belki de... o iki günün ardından buraya gelmeseydim kendi girdaplarıma dala çıka daha çook oyalanır dururdum biliyorum... bazen fiziksel olarak evden uzaklaşmak öyle iyi geliyor ki. omuzlarımdan istanbul'da kendim için kurmuş olduğum hayatın yükü kalkıyor bir süreliğine de olsa. her ne kadar hafif, temiz tutmaya çalışsam da, kimlik diye giyindiğim şeyin ağırlığı olmaksızın, farklı bir özgürlüğü deneyimleyerek geçen günlerin ardından istanbula hep birşeylerin niyetiyle dönüyorum. belki o kimlik geri çekilmişken  hepimizin 
içinde olan öz daha bir hissedilir oluyor. bu sefer eve dönünce mutlaka diye başlayıp ardarda sıralaladığım dilekler, niyetler, yapılacaklar listesi duyup da tekrarladığım o özden belki de... kimbilir....


19 Kasım 2011 Cumartesi

şimdi bir şey başlıyor

yarın  şimdi bir şey başlıyor. hep içimde olan ama nihayet cesaret edebildiğim, hazır olduğumu hissettiğim bir şey. içimde yer açtığım, içine girmeye heveslendiğim bir şey. bugün ilk ders mey ile. şu sıralar tepetaklak olan hayatıma bakıp da kendi kendime  tekrarladığım, ayakta kalmak için adeta yaslandığım bir cümle var meyin geçen sabahların birinde derste söylediği: ''yoga belki de olanla kalabilme ihtimali...'' olup biten bazen ne kadar acı gelse de ana güvenerek, daha fazla duygu/düşünce üretmeden sadece izleyici olarak kalabilmek....kaçmadan, kabul ederek.... bir süredir evde yokum. sabah bir bahaneyle çıkıp mümkünse akşam ancak uyumak için dönüyorum.  bugün ise  artık kaçınılmaz olan eve dönüş yolculuğu başlıyor gibi hislerim. hiç tanımadığım 9 kadının şahitliğinde bambaşka yollardan yürüyerek en tanıdık yere ulaşmayı umduğum  bir yolculuk başlıyor. heyecanlıyım. 

20 Ekim 2011 Perşembe

sonbahar?

önce sokağın altındaki okulun aylardır duymadığım zili çalmaya başladı. sonra iki gün aradarda yağmur... yağmurla birlikte camlar kapandı evde. gece ürpertileri başladı ve yazlık yorganı kaldırmaya henüz elvermeyen gönlüm ince bir de battaniye ört üstüne  bari dedi, geceleri donmayasın. kestaneciler mısırcıların yanındaki yerlerini aldılar sokaklarda. bir aya kadar mısır falan da kalmaz. sokaklar hepten kestanecilere ve simitçilere kalır. halbuki daha yaza doymadım ben. anlamadım bu yaz nasıl böyle apar topar geldi geçti. 

29 Eylül 2011 Perşembe

ilk



çarşamba sabahı  kısa süren uzağa gidişlerin birinden eve dönerken havayı böyle serin bulmayı beklemiyordum. sabah havaştan inip yolcu kapma yarışına otobüsün kapısından başlayan şöförlere inat yoldan geçen bir taksiyi durdurup biniyorum. eskiden  olsa herkese olduğu gibi onlara da açıklama borçlu olduğumu düşünürdüm. yakında oturuyorum da, ondan yoldan gecen taksiye binmeyi tercih  ediyorum da.....da da daaaaa...artık eskisi kadar çok açıklama yapmıyorum sanırım. en azından herkese değil. belki birgün de artık' eskisi kadar hislenmiyorum' diye  yazacağım   'eskiden olsa taksi  şöförleriyle bile inatlaşırdım ...' 
 eve varınca yokluğumda gelip yerleşmiş bir misafir gibi sonbahar ışığını buluyorum evde.  yaza kıyasla daha soğuk, daha beyaz, daha aydınlık, daha oyuncu. bambaşka gözüküyor renkler ve boyutlar gözüme bir an.  mutlu oluyorum. bir evimin oluşuna, ona döndüğüme, ışığın değişmesine... her ne kadar  dünyanın bambaşka şehirlerinde kendimi 'home is where the heart is' diye teselli ediyor da olsam biliyorum ki  o en derinindeki evi bulmak öyle kolay değil ve insanın kokusuna, hissine, ışığına alıştığı; küçücük de sıkışık da dağınık da olsa sırf bu alışkanlık hissinde huzur bulduğu yer gibisi yok. bir gün bir ormanda ya da denizin metrelerce altında bir an için  kendini dünyada evde ve  evrenle bir hissetmek de mümkün  ya da  kendi bedeninde, kalbinde çook içeriden ve derinden bir kaynağa bağlanmak da...  bu hissi bazen bir an bir insanda yakalamak da mümkün ya da  belki bunu hiç hissetmeden göçüp gitmek de... çoğu zaman saat farkından, uykusuzluk ve çalışmaktan bitap eve döndüğümde beni heyecan ve mutluluktan uyanık tutan,  bana tez elden bavulları boşaltıp çamaşırları yıkayıp  dağınıksa, pisse şöyle hızlıca etrafı toparlayacak enerjiyi veren şey  yogaya her gidişimde yoluna koyulduğum şey ile aynı ... eve dönmek...