26 Ağustos 2014 Salı

terlik deyip geçme!

kuala lumpur'a yorgun bir beden, ajite bir zihin ve üç duraklık bir alışveriş planı ile gittim. bir haftadır bedenim kadar zihnimi yoran, utanmayıp söylüyorum, içimi sıkan bir misafirim vardı istanbul'da. arkadaşlarıma ''pamuk prensesin ruhunun kaba sakalda bedenlemiş hali '' diye tarif ettiğim sevgili h. memleketi almanya'dan çalıştığı çin'e dönerken bir haftayı istanbul'da beni ziyaret etmeye ayırdığını ilan ettiğinden beri içimi inanılmaz bir sıkıntı kaplamıştı zaten. h. taylandaki hocalarımın çok eski ve kıymetli bir öğrencisi. yumuşak kalbini bana kaptırdığını saklamayarak sırtıma bir çuval çimentoyu zaten yüklemişti de bu ziyaretle suyunu da kattı diyelim ve ben gerginlikten kaskatı beklemeye koyuldum kendilerini. anlaşılmıştır herhalde, hislerini paylaşmıyorum. paylaşsam zaten neden böyle şikayet edeyim değil mi.? hocalarımın yadigarı olmasa ''napalım her istanbula gelen tanıdığa mihmandarlık yapacak halim yok, koca adam, gezsin tozsun işte. bi akşam yemek yeriz olur biter '' derdim ama işte serde o çok sevdiğim hocalarım ayıp etmeme gayreti (kendimi sevdirme arzu demeye dilim varmıyor) ve tabi ki içimdeki lanet ettiğim insan sevgisi var...uzatmayayım...nasıl olduysa aylık programım da sanki onun ziyaretine göre planlanmış, ayın ilk yarısı eşşek gibi uçtuğumdan h. geldiğinde yorgun bir kedori olarak boş günlerime girmiş bulunuyordum. hergün birkaç saatliğine de olsa (artık o gün kaç saatimi ayırabildiysem) buluştuk. gezdik, tozduk. konuştuk. daha çok o konuştu ben dinledim. zaten ağzının içinden ve ağır bir alman aksanıyla konuştuğu ve anlattıkları genelde ilgimi pek az çektiği için çoğu zaman dinliyormuş gibi yaptım aslında. ay neyse işte geldi gitti h.ciğim. onun gittiğinin ertesi gecesi ben de kuala lumpur'a gittim. sabah h.nin ziyareti yüzünden aksatmakta olduğum yogamı yaptım, akşamüstü bütün gece uçacağım için uyumaya çalıştım. uyuyamadım. uyuyamadıkça gerildim...ve KL'a vardığımızda dedim ki ''kalk da alacaklarını almaya git. sonra da yatarsın yarın akşam geri dönünceye kadar uyursun''

üç durağımdan biri yayınlandığından beri (sanırım on gün evvel falan satışa çıktı) ne zaman kavuşacağım diye sayıkladığım yeni murakami kitabını almak üzere kinokuniya kitapçısı. ikincisi ve üçüncüsü ise muji ve uniqlo. ne zamandır alışveriş yapmıyorum, önüm tatil belki rahat, basit bişeyler bulurum ucuza da alırım diye. kitabı aldım. bonus olarak da ne zamandır okumak istediğim ama türkçe baskısını bulamadığım jung'un insan ve sembolleri kitabını aldım. muji'de bakındım durdum ve biraz defter kalem aldım. bir şapka alsam iyi olur diyordum. kendime pek yakıştırmıyorum şapka. kendime bir sürü şeyi pek yakıştırmıyorum tabi, şapka da onlardan biri işte. almasam da olurdu, öyle pek de bayılmamıştım ama işte ''amaaan al gitsin ya'' dedim. hehe...keşke almadan kur hesabı yapmayı akıl etseymişim. al gitsin dediğim şapkanın ederini idrak edebilmiş olsam öyle mi derim,  bilakis hemen değişir ağzım ve 'amaan şimdi ne gerek var sanki tek eksiğin o, otur şemsiyenin altında oku kitabını, sosyetik misin sen? ne o öyle şapka'' diye kendimi olaydan hızla soğuturum. evet son yıllarda doğal olmayan sebeplerle biraz pintiyim, naapayım! neyse, artık takmalara doyamam. sonra tabi uniqlo yu es geçtim. terlik bakayım ben yaa dedim. terlik. evet bu kadar lafı edip nihayet terliğe vardım. aferin bana.

yıllar evvel kuala lumpurda uzuun yatılarımız olurdu. hayatımda ilk kadın pisuarını buradaki bir klüpte görmüştüm.bence bütün umumi tuvalatlerde olması gereken harika bir buluş. zaten hangimiz oturuyoruz o pis klozetlere. ben şahsen sarhoş gecelerde, klüp tuvaletlerinde utkatasana pozunda her işeyişimde yoga pratiğime bir kere daha şükür ederim. o vakitlerin kuala lumpurundan hatırımda kalan diğer şeyler alışveriş merkezlerinin güzellik reyonlarında çalışan bir içim su dönmeler (demek henüz tayland'ı görmemişim o yıllar) ve nedense ekip olarak dadandığımız terlikçi;  vincci. öyle matah değil, kaliteli hiç değil ama renk renk, çeşit çeşit, ucuz terlikler. oradan aldığım terliklerin çok sevdiğim bir çiftinin  tekini miami'de sahilde dalgaya kaptrırp otele deli bir sağnak yağmurda çıplak ayak döndüğümü hatırlıyorum.

gittim işte terlikçiye. bir çift beğendim. beyaz, zarif, hafif parlak bir şeridi var falan. birkaç tane daha beğendim. ucuz ama stilize diyebileceğim terlikler. sonrada ne yaptım? en basit, en oyuncaksız terliği aldım çıktım. tamam rengi güzel ve gerçekten çok ucuz ama öyle gereksiz bi alışverişti ki. işin kötüsü aklım iddalı bulduğum için almadığım diğer iki çiftte kaldı. sonra tabi herşeyi birşeye (evet, evet ayrı yazılıyor ikisi de!) bağlayan jetlag zihnim ''bana nak kızım kedori'' dedi ''işte senin derdin bu. ihtiyacın olan o sıçramayı sağlayacak şey o terliği alma cesaretini göstermek. parlak marlak giymek. kim ne diyecek diye düşünmeden mutlu olmak tercihinle. böyle istediğin şeyleri kendine itiraf edemedikçe ne o asanayı yapabileceksin, ne o çocuk o kız yerine sana aşık olacak, ne de bir şey değişecek hayatında. bir adım ileri, bir adım geri spastik kız çocuğu terliklerinle hayal kurmaktan ileri gidemeyen bir kızçocuğukurusu olarak kalacaksın. seni bu seferlik affediyorum. bidahaki sefere dikkatli ol. hadi bakalım, uza şimdi! ''

sabah evde bavulu boşaltıyorum. bir an için otelde bıraktığımı sandım terliği. ohh, kurtuldum sandım bir an ama sonra çıktı ortaya. birazdan kendilerini giyip sokağa çıkıyorum. ayaklarıma her baktığımda o sıçramayı yapmayı hatırlamayı umarak. ya, işte öyle... :) başlığı much ado (ya da ego) about nothing (ya da terlik) mi yapsaydım acaba :)


13 Ağustos 2014 Çarşamba

kedori strikes back!

dönüp dolaşıp geri geleceğin yer bu blogmuş cancağızım. birkaç hafadır bir karın ağrısı; yazmak istiyorum. kısacık yazmak. yogayla ilgili yazmak; bugün şu asanada şu kasımı bırakıverdim ve bildiğim herşey birden değişiverdi gibi insanlık için manasız ama benim için son derece anlamlı o kısacık hissi kayıt altına almak. o günkü çalışmanın meyvesini bir yerde biriktirmek. başka bir blog açayım dedim. ismine karar veremedim bir türlü. sonunda kendimi buraya yazar buldum. son girişimden bu yana öyle çok değişti ki yogayı kavrayışım/yaşayışıma dair. tamam kedori strikes back ama yavaş yavaş :) sakin sakin.

son yazdığımda mey ile vinyasa eğitmenlik eğitimine başlamıştım. bitirdim de.  öyle bir zamana denk gelmiş ki o eğitim, beni yoga hocası yapmaktan çok o sıralar yaşamakta olduğum ayrılığı atlatmama, sindirmeme fayda etti. bir gün başkalarına yoga öğretmek hayalim baki...bunun herhangi bir eğitmenlik eğitimini tamamlamakla olmayacağına inancım da...all things in time... zaten yoluma öyle güzel öğretmenler çıktı ki ölene kadar öğrenci kalsam da benden mutlusu yok :) 

yazmak istiyorum, anlatmak, o güzel öğretmenleri (bu bloğu bir gün okuyacağını umut ettiğim) sizinle tanıştırmak...ama dediğim gibi yavaş yavaş...

öyleyse tekrar, merhaba dünya :)