2 Ekim 2017 Pazartesi

Leros’ta karşıladığımız yeni ay ne ara bu kadar büyümüş diye düşünüyorum havalimanın girişinde ayla karşılaşınca. Ayın sokak lambasını andıran bir hali var hani; sanki başını merakla aşağı eğiyor biraz. İşte o zaman açısı sokak lambalarıyla aynı oluyor. Ben kafamı kaldıırıp ona bakıyorum, o boynunu bükmüş bana bakıyor. Ay pardon sokak lambası sandım ben sizi diyorum kendisine. Gülümseşiyoruz.

Bir sonraki karşılaşmamız on sekiz gerçek saat ve beş saat dilimi sonra; ertesi akşam. Gündüzü uçarak yutan bir iş günü sonra Taipei’de ay çoktan daha tombul. Kısa yürüyüşün sonunda otele dönerken sol yanımda kocaman bir reklam tabelası var.



Kafamı kaldırınca aynının çok daha büyük bir versiyonunu bir koca binanın cephesi boyunca aydınlatılmış halde  görüyorum. Yoga  kursumuz için bir uçak, iki tekne ve daha bir sürü başka vesait ile çıktığım bir yolculuktan yeni dönüp daha dinlenemeden bu sefer de iş için bunca saat yol geldikten sonra bu yoga journey lafı hiç hoşuma gitmiyor. Halbuki ben de kim bilir kaç defa kullandım bu tabiri; yoga yolculuğum, benim yoga yolculuğum. Meh!

Nereye gidiyoruz hemşire? Niye bu kadar hazırlanıyoruz, son moda taytlar, son model matlar, bralar, üyelikler, festivaller, ithal hocalar, eğitimler, kamplar, inzivalar…. Ne oluyoruz? Kimseyi tenkit etmek değil amacım, kendime de soruyorum aynı soruyu; nereye gidiyorsun hemşire? Geri dön!

Yolculuk lafının canımı neden böyle sıktığını merak ediyorum, cevap hemen geliyor. Yolculuk deyince ben hemen  bir yere gideceğiz ama sonra eve geri döneceğiz diye düşünüyorum. İş için düştüğüm, tatil için ya da uzaklarda yaşayan yoga öğretmenlerim ile olmak için çıktığım yollardan hep eve döndüm çünkü. Yolda hep daha özgür, daha hafif, daha mutlu hissettim; eve dönüşlerdeyse hep biraz buruk. Eve dönerken bunca yıldır içini doldurduğum kimliğimin gerektirdiği ne ise onu giyinmek zorunda hissettim kendimi. Hep biraz dar geldi o giyisi.

Yoga yolculuğu deyişi bir de yogayı ”orada bir köy var uzakta”  gibi bir yere yerleştirdiğinden sevimsiz geliyor galiba kulağıma. Bana yolculuk deme nolur. Şöyle şeyler duyuyorum: Yoga orada, olduğun yerden uzakta. Yola düş, ona er! Sonra geri dön ve hayatına kaldığın yerden devam et. Varmak istediğin  ferah alan, olmak istediğin rahat Fatma hep o yolun sonunda. O yol aranızda engel. Uzaklık. Mesafe.

Bunlar benim son derece kişisel ve son derece sıkıcı sıkıntılarım.  İç sesim gidilecek bir yer yok deyip duruyor. Bir yere gitme, buraya geri dön. Varılacak bir yer yok. Çok gittin. Hep gittin. Hep kaçtın. Geri dön. Yoga yolculuk değil yolun kendisi diye tekrarlıyorum. İçimde konuşup duran,  görünüşte kimseleri ama en başta kendini hiç beğenemeyen  o ses susunca bunu biliyorum.  Doğru mu söylüyor, yanlış mı söylüyor diye düşünmeksizin kulak verip sansürlemeden yazınca bir sürü şey öğreniyorum  o sesten kendim hakkında. Burada böyle kendi kendime konuşuyorum huzurunuzda. Neyse…

Leros’ta yatak odalarımızın kapılarının açıldığı salonu kullandık yoga alanımız olarak. Gün içerisinde Beste ile paylaştığım odama gitmek için o salondan her geçtiğimde hala varlığımızla dopdolu geldi o alan bana. Ayakkabılarımı dış kapıda çıkartıp içeri adım attığım her sefer sanki kutsal bir alana giriyormuşum gibi düşündüm. Son gün kapıda durup son defa içeriye baktığımda artık boştu salon. Yogamız da bizimle birlikte toparlanmış, salondan çekilmiş sanki. Bundan daha güzel ne olabilir, nefeslerimizle bedenlerimizle yarattığımız şey  kadar, yaşam kadar güzel ve kutsal ne olabilir? Bu boş haliyle olduğundan daha geniş gözüken bu salonu bir başka salon ile eşleştiriverdi hemen zihnim. Küçükken ailemle gittiğim, hatta ara sıra bir kaç günlüğüne yatıya kaldığım bir köy evini hatırladım. Kimin eviydi anneme sorsam bilir ama benim hafızamda akrabalar üzerine yağmur yağmış suluboya gibiler…herkes birbirine karışıyor. İki kanatlı evin sağı ile solu arasında, her iki yandan kapıların açıldığı aynı böyle kocaman ve bomboş bir alan vardı. Ben küçük olduğumdan mı öyle kocaman gelirdi o salon bana bilmiyorum ama  bir evin içinde hiç bir eşya olmayan, hiç bir amaçla kullanılmayan böyle bir alana sahip  oluşu beni acayip mutlu ederdi. O  ferah alanın içinde bir uçtan diğerine döne döne koşarak, kahkahalar atarak, dans edip şarkı söyleyerek epey  zaman geçirirdim. Öyle bir ferahlık duygusuna ulaşmak için zamanda bir yolculuk mu yapmam lazım?

Bu yolculukta; yogik yolculuğumu demiyorum, yoga kursuna katılabilmek için yaptığım çok vesaitli fiziksel yolculukta ne çok endişelendim, ne çok içim daraldı bir bilseniz. Ağzımdan çıkan her kaygı cümlesini kulağım duydukça üzüldüm de.

Bu gün kırmızı çadırın kapısında oturduğum günlerin üçüncüsü. Günlerdir en çok duyduğum şey boş konuşmalarım. Boşluğu doldurmak için manasız laflar edişim. O manasız laflarla kendimi hiç istemediğim şeylere bağlayışım. Sıkış tıkış; içimi ve dışımı dolduruşum.

Kafamda bir boş alan yaratmak istiyorum. kalbimde bir başka boş alan. Bedenimde boş alanlar. Hayatımda. Sözlerimin arasında. Sonra içinde kahkahalarla, döne döne koşmak, sadece rüyalarımda yapabildiğim gibi parandeler atabilmek.

Uzundur yazmadığımdan galiba bu yazı böyle birazcık kopuk kopuk. Yarın sabah kalkıp o kopuklukları yoga ile birbirine bağlayacağım. Daracık şekillere girip girip içimde ferahlıklar yaratacağım. Bir yere gitmeden bir hale varacağım. Olan neyse o. Hocamın dediği gibi:  Olan ne ise gerçek o. Ne gerçek ise o oluyor. Burada ve şimdi.