9 Temmuz 2017 Pazar

başka türlü samapada

Bu sabah yaklaşık bir buçuk aydır yarım yamalak da olsa (sol omzumdaki tendinit sürdüğünden çaturangasız, urdva/adho muka şvanasanasız yogam hala  😦 ) selamladığım güneşin karşısına çıkmadım. Güneş bu sabah ayı aldı karşısına. Bakışıyorlardır şimdi, bakışsınlar; aralarına girmek kimin haddine. En azından benim değil.

Sabah beşte çalan alarm bu sabah yoga için değil, kalk da işe git diye uyandırdı beni.  Erken yatmıştım zaten. Şimdi dört uçuşluk günümün ortasındaki kısa arada, bir soğuk kahve eşliğinde hızlıca size yazıyorum ki bu gün de yazısız geçmesin. Dün yazmadım, sebebi yok. Yaptım halbuki yogamı ama işte elim yazmaya ermedi bir türlü dün. Saaati kurmamıştım, yediyi geçe kalktım ilk. Evin içinde bir dolandım, baktım hafiften başım ağrıyor. Evvelki gece bir duble içki içtiğim için diyeceğim ama o içkiyi içmekten ziyade yanında yeterince su içmediğimden olsa gerek. Baktım benden hayır yok, sabah beş trenini zaten kaçırmışım, uyur muyum demeden, öylesine uzandım yatağa. Gözlerimi tekrar açtığımda saat 10:30 olmuş. Milo yogasını bitirmiş, paranayama yapıyor. Bir kahve yaptım. Az ayılınca da öğlen yogasına başladım. Öğlen yoga yapmak için zor bir vakit. Sanki yogam yerini yadırgıyor güneş tepemizde olunca. Güneş hep ufka yakın olsun istiyor, göz hizasında. Ama gün yogasız geçeceğine bu günlük böyle olsun dedim. İyi ettim bence.

Ama ben niye oturmuş size dünü anlatıyorum. 23 dakikam var yazıyı tamamlamak için. Sonra görev başlıyor. Görev samapada’da başlıyor sevgili sangha. Onu diyecektim ben size asıl. Güneşi selamlamadığım bu gün ortalama 500 (aslında şimdi hesapladım da beş yüzden de fazla) insana selam vereceğim. Yani yarısına verdim halihazırda işte, bir o kadar daha var önümde. Beş yüz çift göz, beş yüz ruha açılan kapı. Beş yüz küçük güneş, beş yüz ayrı dünya. Bazısı almıyor selamımı, kapalı onların kapısı o an. Kim bilir kafaları nerede. Samapadadayım dedim ya hakikatten de öyle; ellerimi karnımın üzerine yerleştiriyorum, topuklarım bitişik, parmaklarım ayrı. Çıplak ayak değilim elbette, laciverte boyalı topuklu pabuçlarım var ayağımda. Orada, kapıda dururken kendime hatırlatıyorum: omuzlarını indir, kaşlarını gevşet, kulaklarının derisini rahatlat ve gülümsemen kalbinden gelsin. Samapadada nasıl bedenle, özle, sanghayla, ustalarımızla ve kainatla bağlantı kuruyorsam şimdi de misafirlerle bağ kurma yerim bu selamlama. Her yeni insan ,iyi ya da kötü önyargılardan bir ışık yakıyor zihnimde; hani şu açmak ve söndürmek için alttan zinciri çekilen cinsten lambalardan. Gülümseyerek söndürüyorum o lambaları. Ne çok önyargı, ne çok düşünce… Ne gerek var. Egocuğum boş ver, bu insanlardan bize bir zarar gelecekse bile rahat bırak beni de onları da. Onlar hakkında bilmemiz gereken tek şey onların da bizim gibi katman katman hikayeleri olan insanlar olduğu, ha bir de iki saatliğine misafirimiz olacaklar. Yetmez mi bu kadar bilgi…

Eğer o karşılamada mevcutsam, her gelen yolcunun gözlerine bakararak, karşılarında dik ve kendimden emin/memnun selamlıyorsam onları o seferin modunu benim o mevcudiyetimden sızanlar belirliyormuş gibi geliyor bana. Sanki ben güneşmişim de onlar da bu ışıktan hali önce çekiyor sonra yansıtıyorlarmış gibi. Ekip de böyle yolcular da.

Yarın sabah tekrar samapadada yogama başlarken bu sabahki hislerimi unutmayayım diye de buraya yazıyorum canım sangha. Yarın sabah başlangıç ve son noktasında, samapadada, ellerimin altındaki merkez benle konuşmaya başlayıncaya kadar bekleyeceğim. Bütünümü duyuncaya kadar duracağım orada. Beş yüz selam ve vedadan sonra zul gelecek değil ya. Sonra teker teker sizleri, hocalarımızı, bizi onlara, onları kainata bağlayan zincirin bütün ilmeklerini selamlayacağım. Bakalım nasıl olacak.

Vaktim doldu sanghamu. Aksi gibi ne çok şey geliyor şimdi aklıma yazmak için. Başka zaman artık. Şimdi bana iyi uçuşlar. İki yüz elli yeni selam ve veda için ben şimdi tekrar samapadaya…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder