15 Haziran 2017 Perşembe

gitmek mi zor, kalmak mı zor?

 
Dün gece uyumadan perdeyi örtecek oldum ama günlerdir gün ağarmadan evvel uyandığımı hatırlayıp vazgeçtim. Açık kaldı perde. Böylelikle gözümü odanın karanlığına değil doğan günün ışığına açmış oldum bu sabah. Buraya gelmeden omzum için gittiğim doktor soğuk kompres yap demişti. Kadıncağızın dediğini yapmadığım gibi bir de üstüne saunaya, buhar odasına falan girdiğimden dün omzum hepten fenaydı. Dün odada küçük bir dekorasyon değişikliği yapıp, yer çarşaf, üzerine mat, etrafına da yastıklardan olma yoga alanımı camın önüne taşımıştım. Gittim oturdum. Onur'dan aldığım ilhamla oturduğum yerde sağa-sola, ileri-geri hareketler ve dairelerle, sarpalarla omurgamı ısıttım uzunca bir süre. Aklımdan da gönlümden de daha fazlasını yapmak geçmiyordu ama hepimiz biliyoruz bir hareket diğerini davet ediyor.  Baktım ısınmalara başlamaya gönlüm var, ayağa kalktım ve yogaya başladım. 
Ayaktaki hareketler bitip de asanalara geçtiğimde zihnim oldukça sakinleşmiş, gülümser ve hatta meditatif bir haldeydi. Derken oda telefonum çaldı. İrkildim. Otuduğum yerden ivedilikle kalkıp telefonu açtığımda başım dönüyordu. Bir gezi planı için araması ihtimali olan arkadaşıma, bana akıllı telefondan ulaşamayacağını, odadan araması gerektiğini söyleyen bendim. Ondan fırladım mattan. E işte mattan fırlarsan gününün geri kalanını da  attan düşmüş gibi geçiriröişain. Yaşayarak öğrenmiş oldum. Halbuki geçen Fatoş yazdığında okuyunca öğrendim sanıyordum. İlla yaşamam lazım :/ 
Telefonda konuşurken bir an bayılacak gibi oldum. Zaten burda oksijeni karneyle veriyorlar, deniz seviyesinde zar zor yetirdiğim nefes bir de bu şartlarda hepten yetersiz. Udiyanalarda kesiliyorum, sarpalar nefes nefese. Omzum izin verip de güneşe selamları tam yapsam herhalde taşikardiden gideceğim. Herşeye rağmen kendimi zor şartlarda antreman yapan bir atlet gibi görüyorum.  3000 metrede yaptığım çalışmam İstanbul'daki partiğime kanat olup takılacak. Hayalimde evde uçuyorum :)
Arayan arkadaşımmış, planlar yapılmış. En kısa zamanda lobide onlarla buluşursam herkesin gidip de anlata anlata bitiremediği Quilotoa yanardağının krater gölüne gidecek arabaya binebilirmişim. 
Tamam deyip kapattım. Mata geti döndüm. Bir an oturup sakinleşmeye çalıştım. Sonra soğumaların kısa versiyonuyla kapattım çalışmayı. Ama tabi öyle kapan susam deyince kapanır mı. Defne hocanın Fatoş' a verdiği yanıttaki gibi saatlece süren bir huzursuzluk, rahatsızlık hatta biraz asabiyet.  Üzerine dolambaçlı dağ yolarında üç saate yakın araba yolculuğu. Hoşafım çıktı. 
Krater gölü çok güzeldiyse de bu yorucu yolculuğa değdi mi emin olamıyorum. Daha yola çıkarken biliyordum: bu geziye gitmesem de olur ama kendimle bir anlaşma yapıp kendi kendime gitmediğime pişman etmemem lazım. Ama işte kendimi tanıyorum. Bu anlaşmaya sadık kalamayacaksan cancağızım, üç saat git- üç saat dön yolarda perişan olmaktan şikayet etmemekte anlaşalım bari. Peki, anlaşmış gibi yapalım. 
Dağ köylerinden geçtik. Kocaman çiçekli kaktüsler, rengarenk kır çiçekleri ve ağaçlar gördük. Lamalar , alpakalar ve koyunlar ve onları güden ufacık yerli kızlarla karşılaştık. Şapkaları ve topuklu ayakkabılarıyla toprak yollarda yürüyen güzel köylü kızlara gülümsedik. Kaburgaları sayılan, minyon ve oyuncu köpeklerle oynadık sokalarda.  İki şeritli yolun bir yanından öbürüne, el ele tutuşmuş yürüyen oğlan çocukları için yavaşladık. Krater gölüne de gittik tabi ve evet, güzeldi. Yine de bence günün en güzel tecrübesi gölü görmek değildi. 
Dönüş yolunda yukarıdaki resimdeki gökkuşağı çıktı karşımıza. Beni en mutlu eden an o oldu. 16. Gün de böyle geçti. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder