8 Haziran 2017 Perşembe

NYsana bölüm 2

  


#28günyoga'da 9. güne Quito'dan kalkan uçağımızda, havada girdim.  Quito'yu ha bugün ha yarın anlatırım diye diye, erteleye erteleye geçti gitti günler. Bazı insanlar dünyanın bazı yerlerine karşı doğal bir çekim duyuyorlar. Mesela ben çocukluktan beri Uzakdoğuya, özellikle de Japonya'ya özel bir ilgi duyardım. Bazı arkadaşlarımdan Güney Amerikaya olan düşkünlüklerini dinlesem de merak dahi etmezdim oraları. Halbuki Carlos Castenada'ları genç yaşta okumuş beğenmiştim de. Ama işte nedense bir türlü aramızda bir kıvılcım çakmadı Güney Amerika ile.

Ben hiç İspanya'ya da gitmedim. O da tuhaf. Bilet bedava, vize kolay...yine aynı ten uyuşmazlığı diyeceğim ama aklıma bir kaç İspanyol erkeği gelip de nabzım hızlanıp nefesim sıklaşıyorsa hangi ten uyuşmazlığından bahsediyoruz :) 

Velhasıl Quito'ya ne Latin Amerika ne de İspanyol referanslardan haberdar, hatta basbaya cahil bir şekilde geldim. Şehir coğrafi olarak nefes kesiyor hem de kelimenin tam anlamıyla (literally espirisi Türkçemizde yavan kalıyor :/ ) zira öyle yükseğe kurulmuş ki düşük oksijen oranına alışıncaya kadar bir baş dönmesi ve hafiflik duygusu, bir nefes yetmezliği yaşanıyor. Çok güzel korunmuş koloniyal mimari, katedraller, kiliseler... Galiba benim hayalimde İspanya'dan çok Peru'ya benzeyen bir yer vardı. Kiliselerdense şamanlarla karşılaşacağımı sanıyordum. Baya yanılmışım. Şehirlerde, dağlarda ve Amazon bölgesinde farklı topluluklar yaşıyormuş. Jungle'ın derinine insem aradığım şaman doktorla karşılaşmak mümkün ama şehirde onum yerini Peder alalı çok olmuş. Galapagos da çok meşhur. Doğal hayatın çeşitliliği ile Darwin'e evrim teorisi ilhamını veren cennet ada. Ne yazık ki uzakta ve çok da pahalı. Zaten herşey çok pahalı burada. 

Quito'da en çok şehir ile doğanın ahengini sevdim. Doğa görkemli,  etkileyici ama mimari de ondan aşağı kalmıyor. Bir sakinlik ve genişlik hissi duydum oradayken. Kalabalık ve büyük bir şehir ama kimsenin birşeye acelesi yok sanki. Yani;  i ❤️ Quito 

Şimdi size Manhattan'ın göbeğinden, minicik penceresi apartman boşluğuna bakan odamdan yazıyorum. Sabah güneş doğuşu izlemeye kısa bir ara. Öyle kalabalık öyle karmaşık ki burası, hele de Quito'dan sonra insanı aptal ediyor. Arı kovanı gibi, ne ses ne de hareket duruyor. İlk bir kaç saat odama sığındım. Yerler yine halı. Kapının önüne park etmiş kat hizmetleri arabasını görünce görevliden ekstra bir çarşaf rica ettim. Çarşafı iki kat yapıp yere serdim. , matımı da onun üstüne. Hem uykusuzlukhem de 5 saatlik uçuştan müzdaribim. Kurmastana kapısından geçtikten sonra pratiği yin yogaya döndürdüm. Saate baktım akşam üzeri 5. 5ten 7'ye kadar böbrek meridyeni hükmünde beden. Ben de böbrek meridyeni için Beatrix'in öğrettiği yin serisini yaptım. İçinde omzumu ve bileğimi zorlayan seal ve camel vardı. Onları daha kısa tuttum. Geri kalan pozlarda yedişer dakika kaldım. Sonra çıktım uzun uzun yürüdüm sokaklarda. Güneş batmaya yakın batıdaki sokakların hepsinin sonunu ateşe veren turuncu ışığı izledim. İnsanları izledim. New York sinema gibi zaten. İzletiyor kendini zilli. 

Bugün yol yorgunuyum. Daha yazmaya mecalim yok. Yarına kalsın gerisi. Start spreading the news, i am in New York ♥️

Ps. Bir ara yazdığım NYsana'nın ilk bölümü için http://kedori.blogspot.com/2011/12/nyasana.html?m=1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder