24 Ağustos 2017 Perşembe

güneşin güneşliği, benim aylığım...







Güneş tutuldu diye ayılıp bayıldık ya, güneşin bir şey yaptığı yok farkındasınız değil mi? Güneş bildiğim kadarıyla durupduruyor öyle. Milyonlarca yıldır aşağı yukarı aynı yerde (çok çok yavaş bir dönüşü var kendi etrafında diyor kaynaklar), milyonlarca ışık yılı uzağımızda hem de, için için yanıp kavrulmaktan, dünya üzerindeki şu halimize baka baka adeta kendini tüketmekten başka bir şey yapmıyor aslında. Adeta diyorum, yoksa güneş kendini tüketmekte mi gerçekten bir fikrim yok, am ben güneş olsam; galaksinin bir yerlerinde ısısından nemine, atmosferindeki gazlardan toprağındaki minerallere her şeyin böyle mucizevi bir ahenkle bir araya geldiği ve yaşamın filizlendiği bir gezegeni aydınlatıyor, besliyor, ısıtıyor, yaşatıyor olsam, bu şanslı gezegendeki güya akıllı canlıların kurduğu düzeni gördükçe içim yanardı çünkü. Allahtan biz yogiler (ben hariç: ben hala güneşe selam yapamıyorum, üstelik  bu gün gitiğim fizyoterapistim karkottaka ve ardha bhujanganın da üstünü çizdiğinden yine bana hüsran yine bana hasret…) güneşi selamlıyoruz da arayı yumuşatıyoruz biraz. Sırf biz değil tabi;  dünyanın elektriği olmayan sayılı bölgelerinde yaşayıp hala onun hükümdarlığında uyuyup uyananların; güneşle bağını koparmayan çiftçilerin; onların ekip biçtiği güneş boyun eğmiş türlü ekinin, yemişin, meyvenin, sebzenin; yerin altı ve üzerinde yaşamlarını sürdürmeye çalışan binlerce canlının yüzü suyu hürmetine hala orada durup da parlayışı. Bir yemin etmiş, dönemiyor. Bir gün gezegenizdeki bütün hamlar pişene; olmaz ya, herkesler aydınlanana  kadar yeri başımızın üzerindeki yeri sabit.

Bizim halimiz ise bence daha çok (Musti Sandal’ın muhteşem dizelerinde dile getirdiği ve Onurcuğumun da daha evvel bahsettiği üzere) aya benziyor. Bir kere hareketliyiz.  Ay burçtan burca, biz duygudan duyguya koşuyoruz, durduğumuz yerde duramıyoruz bir türlü. Bir aydınlığız, bir karanlık, arada da halden hale giriyoruz ya; hiç biri nihai olmuyor. Tam aydınlanıcaz, bir gülme,  ah keşke gülme olsa yahu, çoğu zaman da  bir ümitsizlik, bir melankoli, bir inançszılık, vazgeçiş, kıskançlık, kıyas, üzüntü artık sizin şeytanlarınız hangileriyse bir haller geliyor;  peşinden de ışık çekiliyor, küçülmeye başlıyoruz.

Ay nasıl güneş ile kurduğu ilişki ile ifade buluyorsa göklerde biz de başkaları ile ilişkilerimiz ile tanıyoruz ben’imizi. Astrolojik olarak da en çok güneş burcumuzla tarif etmeye alışkın olsak da kendimizi aslında daha çok ay burcumuz gibi davranıyoruz. Bize kolay gelen o oluyor.

Bir de kendimizi küçümsediğimiz gibi ay’ı da küçümsüyoruz sanki. Özellikle de  güneş tutulmasından bahsederken. Yahu  mini minnacık ay, gidip koskoca güneşin önünde durmaya cesaret ediyor, babasının tam kalbine nişan alıyor icabında 🙂 biz hala güneş de güneş diye tuturmuşuz… Bence güneş tutulması yerine başka bir ad bulmalıyız, ay tutması diyeceğim ama o da çok otobüs tutması gibi geliyor kulağa 🙂 Keşke ayın daha çok onurlandırılacağı başka bir isim koysak bu muhteşem seyirliğe.

Şaka ediyorum tabi, hoşuma gidiyor kendimce komik böyle şeyleri size yazmak ama her şakadaki gerçek payını da teslim edesiniz istiyorum.

Yoga ben olsam da olmasam da orada, öyle güneş gibi  sabit duruyor; aydınlatmak, ısıtmak, pişirmek, değiştirmek, dönüştürmek üzere. Sonra ben çıkıyorum sahneye, bütün aylığımla ben. Çok değişiyorum, bir çok iyi geliyor yoga bana bir çok kötü, bir o hocaya yanaşıyorum bir bu hocaya (pre-shadow zamanlarımda tabi), bir kat daha soyunuyorum ısındıkça, ay hiç beğenmiyorum o alttan çıkanı, gördüğüme göreceğime pişman oluyorum, bir süre karanlıkta kalayım daha iyi diyorum. O da uzun sürmüyor, haydi sil baştan. Bazen de işte şu sıralar yaşamakta olduğum gibi; yogamla arama giriyorum. Omzumu, kalçamı, minicik, ufacık bir yerimde bir kası, bir siniri sokuyorum yogayla arama, sakatlanıyorum, tutuluyorum. Tıpkı küçücük ayın koskoca güneşin önünden geçerken ışığına engel oluşu gibi, kendi kendimi yogamdan mahrum bırakmış oluyorum kendi elimle.

Bir de biliyorum, kendimi aya bu kadar benzetsem de,  ay olduğum  kadar güneşim de aslında…aslımda….Ha ve tha…ikisinin arasındaki dengeyi bulmak. Ay duygusallığım ise güneş hem irademin ateşini yakan güç, hem de farkındalığın ta kendisi.

Dördüncü ayımız kutlu olsun sanghamu. Kolay değil bir hocanın huzuruna çıkma heyecanı ya da bir sınıfın, dersin dayanağı olmadan üç ay (bendeniz için biraz sakat ve aksak ritimle de olsa) her sabah güneşin huzuruna çıktık. Bu kendine çıplak gözle bakmak demek, acıtıyor bazen. Bunu beraber başardık. Hem aylığımız, hem güneşliğimiz kutlu olsun, eksik kalmayalım ikisinden de.  Size iki hediyem var, biri yazının başındaki fotograf. 2015 Mart’ındaki tutulmada kendi elcağızımla çektiydim. Amerikanya’dan dönüş yolu üzerinde gerçekleşmişti tutulma, aşağıda İskoçya’nın kuzeyi seçiliyor. Tutulmadan evvel uzun uzun da kuzey ışıklarını sunduydu cömert kainat seyredelim diye. Dünyanın sihrine hayran, dolu gözlerle izlemiştim.

İkincisi ise bir şarkı. Sing to the moon. Bu ay da beraberce Ay’a şarkımızı söyleyelim.

İyi ki varsınız! İyi ki ben de varım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder