6 Ekim 2014 Pazartesi

start where you are

oturduk. sordu: ee, söyle bakalım, nelere bakalım bu 'reading'de? neler meşgul ediyor aklını?

çok düşünmeden cevap verebildim zira sanki bunu soracağını bilir gibi bir süredir meditasyonlarda aklıma düşen yüzlerce (binlerce, milyonlarca...) düşünceyi tasnif etmekteydim.

iki ana başlık var sanırım şu sıralar, dedim. birincisi; meditasyonda aklıma düşenlerden kovalamayı en sevdiğim düşüncelerin komik bir cümle, bir duygu ya da halin bana o an için kusursuz gelen bir tasviri, yeni bir fikir ve bunun gibi yaratıcı şeyler olduklarını farkediyorum. ve bu birinci tema da beni ikincisine götürüyor hemen çünkü bu düşündüğüm şeyler kendi başlarına yetmiyor kendimi hep başkalarının beğenisini kazanırken hayal ettiğimi farkediyorum devamında. dolayısıyla sanırım ikinci tema da onaylanmak...

gülümsedi ve işte kendi okumanı kendin yaptın bile dedi...

olduğun yerden başla, dedi. sonuçta başka nereden hareket edebilirsin ki? üstelik ne kadar zaman sonra başlayacak olursan ol hep olduğun yerden başlayacaksın. yazmak geliyorsa içinden yaz. başkalarının beğenip beğenmeyeceğini umursamadan yaz.

bir sürü başka  şey de söyledi elbette. bu, onunla yaptığımız dördüncü 'reading'. reading dediğim astroloji haritası okuması. ama gelecekten ziyade geçmişten bahsediyor; nereden geldiğinden, neden bu hikayeyle bu bedende kristalize olmayı seçtiğinden. karmik astroloji deniyor bu ekole ve reenkarnasyona dayanıyor. ben eskiden inanmazdım reenkarnasyona, hatta korkardım böyle ruhani mevzulardan ama yogaya başladıktan sonra bu gibi kavramlar daha yakın gelmeye başladı zamanla. şimdi cennet ve cehennem kavramlarından çok daha mantıklı geliyor ruhun devirdaimi. yine de geçmiş hayatlara takılıp kalmanın (oralardan getirdiğin travmaları iyileştirmek amacıyla bile olsa) bir faydası olduğunu düşünmüyorum. bence anlamlı tek şey 'bu an',  bu yaşam, bu kristalizasyon. geçerli tek şey bu an. geçmiş ya da gelecek için bişey yapmak için tek alan bu an.

her ne kadar 'kendi okumanı yaptın bile' deyişinden kendimle böbürlenecek bir pay çıkartma heveslisi olsam da bu benim maharetim değil, biliyorum. yeterince sessiz ve kıpırtısız kalıp gerçekten merakla aklından geçenleri izlemeye gönüllü herkes kendiyle ilgili bu gibi gerçeklerin farkına varabilir. başka sesleri kıstığında yıldızların ve gezegenlerin sana ne dediğini duymak mümkün. bir şekilde göklerle uyumlanmak gibi. sanırım biraz da merak meselesi. hayatta en çok neyi merak ettiğimiz zamanımızı nasıl harcadığımızı şekillendiriyor bence. neyse...

uzaklarda , sadece meditasyon ve yogayla geçirdiğim zaman dilimlerinden sonra eve ve işe dönmek hep sancılı oluyor. katıldığım ilk yoga inzivasını ardından yaptığım bir toronto uçuşunu hatırlıyorum. hızır kampta geçen yoga, meditasyon dolu beş günün ardından gece yarısını geçe eve dönmüş ve ertesi sabah erkenden uçuşa gitmiştim. allahım, sanki  o huzurlu mutlu kedori orada, kaz dağlarında kalmış ve istanbula onun şeytan kızkardeşi dönmüş gibiydi. ve o uçuştaki olaylar ve insanlar da sanki o şeytanı beslemek, daha da kudurtmak, köpürtmek için biraraya gelmiş gibiydiler. nasıl asabi olduğumu, insanlara ve kendime nasıl eziyet ettiğimi utanarak hatırlıyorum. üstelik sabah ekipteki herkese biraz da böbürlenerek anlatmışım 'ahh...çok güzel çok huzur dolu bir yerden geliyorum...çok dinginim...ommmm' haha...şimdi o 5 günü düşününce aslında nasıl gergin bir yüzleşme yaşadığımı, o sıralar sıkıntısını çektiğim huzursuz bağırsak sendromumu falan da hatırlıyorum, yani zannettiğim gibi çok huzurlu bir yerden falan da gelmiyormuşum aslında. ve ayrıca dediğim gibi, durup duruken değildi tabi asabiyetim, gerçekten sinir bozucu bi sürü şey olmuştu ama kendini haklı çıkartmak için sebep arayacak olursan cinayet işlemenin bile 'haklı' sebeplerini savunmak mümkün.

her inzivadan sonra bu geri dönüşlerin şiddeti azalıyor tabi. çok sevdiğim bazı yogacı/blogcu arkadaşlarımın bu konuyla ilgili güzel yazıları var. bir tanesi bu mesela:

http://www.cihangiryoga.com/farkindalik-alani-kurtulus-otobusu/?lang=tr

bu sefer çok zorlanmadım diyordum kendi kendime. iki okyanus ötesi uçuş yaptım, ikisi de sakin, güzel geçti gitti. derken arefe gecesi kısacık bi uçuşa gittim. kısacık, git-gel dört saat bile uçuş yazmıyor. ama beni çileden çıkartmaya yetti. anlat deseniz anlatacak bişey yok. uyumadan gittim uçuşa. normalde bütün gece uyanık kalacaksam ne yapar eder öğleden sonra bir saat olsun uyurum. ama bazı günler de dalamam. o dalamadığım günler maça çıkmadan mağlup gibi giderim uçuşa. uyuyamamış olmanın gerginliği yaptığım her şeye geçer. öyle zamanlarda çay içsem ağzımı yakarım, ütü yapsam elimi, yoga yapsam bi yerimi incitirim, kesin... gittik, döndük...ben de gücümün de sabrımın da sonuna geldim. bayramın ilk günü havalimanı ana baba günü. ohh sonunda indik dedikten sonra en az yarım saaat uçağın park edeceği yere ulaşmasın bekledik. sonra en az on dakika yolcuları terminale götürecek otobüsün gelmesini. sonra en az on dakika daha yürüme engeli olan yolcuyu uçaktan alacak olan ambülansı. sonra on dakika daha uçakta unutulan bir ipad'i teslim alması için kayıp eşya görevlisini. bu arada aklıma hiç gelmiyor tabi 'nefes al, anda kal, tepkin olma, reaksiyona geçme' falan. gerginliği en çok dişetlerimde hissediyorum. tam karşımdaki koltukta biri oturmasa parmağımı ağzıma sokup dişetlerimi ovalayacağım. öyle gerginim, o an o uçaktan, o yolculardan ve ekibim dediğim insanlardan kurtulmayı öyle çok istiyorum ki... hani en saygı duyduğum hoca gelip bana 'sakin ol' diyecek olsa ağzına bitane çakıp hıncımı alamayıp bir de okkalı küfür savuracağım...uçuş bitti bitmesine de ağzımda o gerginliğin acı tadı kaldı. olduğum yerden başlıyorum canım beatrix. ağzımda o acı tadla başlıyorum. utanmadan diyemeyeceğim ama cesur olmaya gönüllü.

buyrun :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder